INSTAGRAM DOSYASI PT. VI

10:23

Instagram, gayet de fotoğrafçılığın ete kemiğe bürünmüş hali olabilecek bir yerdir. Hatta şöyle net bir şekilde söyleyeyim: Instagram, "kariyerdir". Instagram üzerinden bizzat iletişimde olduğum nice büyük markalar böyle söylüyor. Komik ama maillerinin sonunu bile "Instagram kariyerinizde başarılar" diyerek bitiriyorlar.

Böyle açık bir platforma hiçbir zaman sadece Türkiye gözünden bakmayın. Mazeret uydurmayı bırakın, biraz çalışın. "Dünyaca ünlü fotoğrafçılar bile kullanmak zorunda kalıyor" doğru bir argüman değil. Hatta bildiğiniz çoğu dünyaca ünlü fotoğrafçı bu işe öyle başlıyor. Bir kısmı zaten kullanmaya gerek duymuyor. Size çok basit bir örnek vereyim.

Sene 2009. Chris isminde bir jazz piyanisti, bir adet Iphone alıyor. Fotoğraf çekmeye başlıyor amatör bir şekilde. Sonra Instagram yüklüyor ve çektiği fotoğrafları oraya yüklemeye başlıyor. Ardından piyano kariyerini bırakıyor ve bütün enerjisini bu işe veriyor. Chris Ozer, görüp görebileceğiniz en iyi fotoğrafçılardan biri, kendini bu şekilde buluyor. şu an Instagram'da neredeyse 700 bin takipçisi var, Tumblr'ında 60 bin, Twitter'ında ise 50 bin.

Şimdiye kadar çalıştığı bazı markalar şunlar: Apple, Burger King, Mercedes-Benz, Estee Lauder, Toms, Toyota, Tumblr, Paypal, Nike, The New York Times, Mastercard, Facebook vs vs vs.

Muhtemelen reklam fotoğraflarını her yerde gördüğünüz fotoğrafçıyla ilk kez tanışıyorsunuz. o ise bu işe Instagram ile başladı.

Instagram bu tarz hikayelerle dolup taşıyor. Yeter ki kimi takip etmeniz gerektiğini iyi bilin. Daha önce defalarca yazdık bunları ama hadi bir örnek daha vereyim.

Hiroaki Fukuda, Tokyo'da yaşayan ve amatör olarak fotoğrafçılıkla ilgilenen biriydi ama geçtiğimiz günlerde CNN'e haber oldu. buyrun röportajı. Instagram'a fotoğraf yüklemeye başladıktan sonra bu durum hoşuna gittikçe daha fazla vakit harcamaya başladı, hobisi profesyonel bir işe dönüştü, o da en son Chris gibi işini gücünü bırakıp makinesiyle Tokyo sokaklarında gece gündüz gezmeye başladı, şu an neredeyse 500 bin takipçisi var. sayfası burası. şu an Fransa'da. ondan biraz önce de Türk Hava Yolları'nın davetiyle Türkiye'ye gelmiş, bütün ülkeyi gezip fotoğraf çekmişti. Bunun üzerine en az 5-6 ülke daha değiştirdi. Sadece Instagram'a fotoğraf yüklediği için senin ülkenin senin havayolların bu adamı çağırıyor.

Chris Ozer, Mercedes'in yaptığı bir yarışmada "en çok like"ı alan kullanıcı olduğu için Mercedes'ten araba kazandı. evet biz burada likeme'lerle dalga geçerken o takipçilerine "likelarsanız araba kazanabilirim" dedi ve kazandı. Buyrun kazandığı yarışma.

Demem o ki, biz Türklerdeki bu sığ, ama gerçekten sığ bakış açısı bu mecrada var olamıyor. Burada biraz global düşünmeniz gerekiyor, yoksa sadece kendi küçük çevrenizde kendi küçük dünyanızın fotoğraflarını koyar, bu programın da sadece bacak ya da tatil fotoğrafı paylaşmak için var olduğunu iddia etmeye devam edersiniz.

Instagram bu tarz "kariyer" hikayeleriyle dolup taşıyor. Ufak bir örnek daha vereceğim. Bir de kadınlardan gelsin.

Emilie Ristevski, kendi halinde, Avustralya'daki çiftliğinde fotoğraflar çekerken bunları Instagram'a yüklemeye başlıyor ve bu aralar Yeni Zelanda, kendisini özel olarak davet etti. Fotoğraf çekmesi için. Yeni Zelanda'da fotoğrafçı mı yok? Hayır var. Ama o kızın fotoğraflarını "özel" yapan bir şey olduğu için bizzat "onun" gelmesi gerekiyor. Adresi burası.

Bütün büyük şirketler sosyal medya pazarlamacılığının farkına varmış ve bunu çoktan kullanmaya başlamışken (Litvanya'daki açılalı birkaç ay olmuş butik bile ürettiği çantalardan birini Türkiye'ye gönderiyor kendilerini tanıtması için), bizim memleketteki sözüm ona fotoğrafçılar hala mızmızlanıyor. Fotoğrafın görüntü kalitesi eleştirisi getirilmiş, nasıl gülsem bilemedim.

Hadi size bir örnek de buradan. Devasa uzunlukta bir entry oldu ama yazmasam olmayacak herhalde.

Daha önce de söyledim, Alice Gao. neredeyse 1 milyon takipçiye ulaşan bu kız her şeyi Instagram üzerinden yaptı ve şu an bu kadının çalıştığı şirketleri söylemek bile istemiyorum. nitekim Cartier'den tutun Mercedes'e kadar el atmadığı hiçbir iş, gitmediği, çağrılmadığı hiçbir ülke/garip isimleri olan tropik ada kalmadı (Türkiye dahil). Geçtiğimiz aylarda Türkiye'de St. Regis Hotel'in fotoğraflarını çekmek için çağrıldı bu kadın.

Bu yukarıda bahsettiğim ve bahsetmek isteyip kendimi durdurmak zorunda olduğum nicelerinin, Instagram'dan ayrı olarak blog hesapları ve açık portfolyo'ları var. Ama bu iş artık bloglardan ya da Facebook'tan, internet sitelerinden yürümüyor. "Etkileşim" gerekiyor çünkü markalara. daha aktif bir alan gerekiyor.

O halde soru şu: Neden hep ticari düşünüyoruz, neden piyasa insanı olmalıyız, ben sanatıma bakarım fotoğrafı çekip giderim?

Cevapları vereyim.

Öncelikle neden ticari düşünmeyelim? Bu insanların hepsinin kendine özgü bir tarzı var, hepsi aynı şehirlerden hatta aynı sokaklardan tamamen farklı bir şeyler yakalamayı becerebiliyor. Bu insanların kendi "sanatları" olmadığını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Chris'in ışığı kullanmaktaki olağanüstü becerisi, bu beceriyi reklam amaçlı bir fotoğraf çekerken kullandığı zaman değersiz mi kılar? Yine kesinlikle hayır.

Sanatıma bakarım, koyup giderim. Fotoğrafçılık günümüzde öyle bir alan değil. en azından bazı fotoğrafçılık altdalları öyle değil. Kimisi hobi olarak yapabilir, ama yapmayanlar için oluşan önyargılar doğru değil.

Yavaş yavaş kapatırken başa dönüp birkaç bir şey söylemek istiyorum: Bu insanların kullandığı fotoğraf makinesi %90 Iphone'dan oluşuyor. Chris, Mercedes'in yarışmasında çektiği fotoğrafları Iphone 4 ile çekmişti. O yüzden teknik yetersizlik bile "güzel fotoğraf" için engel değil. görüntü kalitesi, kesinlikle değil. Artık çoğu popüler kullanıcı Squaready sanırım, bunu kullanarak fotoğrafları istedikleri boyutta koymaya başladı. Dikdörtgense dikdörtgen. eğer büyük ve yüksek çözünürlüklü halini görmek istiyorsanız bloglarına girip ayrıca bakabilirsiniz, serbest.

Yeter ki geniş düşünelim biraz, burası için çoktan geç kaldık da, bundan sonraları için daha gözü açık olabilelim. Yoksa Alice Gao, yanlış hatırlamıyorsam Brown Üniversitesinde Finansal Psikoloji alanında yüksek lisans yaptıktan sonra gayet kalbur üstü bir yerde "düzgün" şekilde işe başlayabilirken neden şu an bulunduğu yerde? Bunu düşünmeliyiz çünkü yüzyıl, bunun yüzyılı; gün, bunun günü.

INSTAGRAM DOSYASI PT. V

10:08

Sosyal medya artık günümüzde tamamen bir "girişimcilik" fasilitesi haline geldi ama bence Instagram bunun için insanlara en temel düzeyde imkân sağlıyor. Biraz sosyal medya analizi de yaparak açayım bu konuyu. (Başladık yine.) Lütfen biraz sabredin ve sonuna kadar okuyun.

Öncelikle Instagram'ın en önemli özelliği şu: Görsel olması. Görseller üzerinden yürümesi tamamen. Örneğin, çoğunlukla herhangi bir "okuma" gerektirmemesi. İnsanlar için o fotoğraflara bakıp saniyeler içerisinde bir sonrakine geçmek son derece kolay. Daha doğrusu şu: Tüketimi kolay. 21. yüzyılın en önemli özelliği "bilgi"nin "görsel"leşmesi zaten, insanlar artık uzun uzun okumak istemiyor (ki Twitter'ın tutmasının nedenlerinden biriydi bu, okunacak çok fazla şey yok, insanlar sıkılmaya fırsat bulmadan sonraki tivite geçiyor). Bununla alakalı yapılmış çok fazla çalışma var ama şimdi oraya girmeyelim.

Çoğu sosyal medya hesabında olduğu gibi, Instagram'ın sizden istediği en önemli şey nedir biliyor musunuz: Süreklilik. Temel kural bu, "ara vermeyecek"siniz. (Biraz insanların ruhunu sömürmek gibi oluyor ama böyle). Süreklilik olması, yani aktif bir kullanıcı olmak sizin her zaman üst sıralarda kalmanızı sağlıyor. Bu sürekliliği sağlayabilmek size kalmış bir şey. Ama altın kurallardan biri. Bunu da cebe koyalım.

Takip ediyor musunuz bilmiyorum ama yeni bir site açıldı geçtiğimiz sene, ismi ello. Tek amaçları kullanıcıların reklama boğulmadan rahat rahat gezinebildikleri bir yer olmak, gayet de güzel bir tasarımı var. Ama problem şu ki, yeni oldukları için davetiye usulü çalışıyorlar. Yani birileri tarafından davet edilmediğiniz sürece üye olamıyorsunuz. Bu site açıldığı zaman inanılmaz bir yoğunluk yaşanmıştı çünkü sosyal medyadaki en önemli kuralların başında şu gelir: Eski olmak. Ne kadar eski olursanız o kadar çok takipçiniz olur. Twitter'da bu kural çok işler, çoğu zaman 20 bin tivit atmış insanların yüz binlerce takipçisi olmasına şaşırırız, mantığı bu. Diyelim ki ben Ello'daki en eski üyelerden biriyim, gelen Türkler ilk olarak Türkçe içerik arayacaktır ve haliyle ilk olarak beni bulacaklar, sonra devamı gelir zaten. Eski olmak, bir başka kural. Bu işin içinde olan insanlar deli gibi takip ediyor bu işi. Periscope’un çıktığı gibi patlamasının sebebi bu. Sosyal medya ünlüleri anında kullanmaya başladı bunu. Eski olmak iyidir arkadaşlar, iyidir...

Bir diğer kural şu, eleştirirsiniz, yerin dibine batırırsınız ama yapacak bir şey yok: belirli bir sosyoekonomik düzeyin üzerinde olmak. lüksiyat, daha önce de yazdığım gibi biz fakirleri sinir etse, gözümüzün içine battığı için rahatsız da etse, ne bileyim istediğimiz kadar kötülesek de, gerçek şu ki: ilgi çekiyor. Merak uyandırıyor. İnsanlar özeniyor buna, özendikleri hayatı da daha iyi öğrenmek istiyorlar. İnsanlar affedersiniz bok atmak için bile olsa bu insanları takip ediyorlar. Ve bu özellikle fakir ya da orta düzeyde toplumlarda ve insanlarda görülüyor: yani sed piramitinin en alttaki, en çok insan barındıran kitlesinde. Yani bir pazarlamacı için en önemli bölgede.

Bununla alakalı en güzel örnekleri ben Türkiye’de görüyorum. Biz Türkler böyleyiz çünkü sahip olamadığımız şeylere karşı bambaşka bir alakamız vardır. Genelde statü sahibi olduğumuzu hissetmek için çeşitli nesnelere atıflarda bulunuruz, bir Iphone 6'nın çıktığı gibi alınmak zorunda olmasının sebeplerinden biridir bu. Her neyse. Gerçek bir örnek vereyim.

Youtube'daki Türk kadın makyaj videolarının istilasını görmüşsünüzdür illaki. Bunların arasında bir kız benim ilgimi çekti, bir süredir takip ediyorum, başlığına da bakabilirsiniz, ismi Duygu Özaslan. Bu kızın anladığım kadarıyla bütün olayı pahalı (onların dilinde "high end") markalar kullanıyor olması. Yani diğerleri atıyorum Rimmel London markasını kullanıyorken bu kız Yves Saint Laurent kullanıyor. Öyle ki biraz olsun ucuz (ki bu ucuz yine bize göre pahalı) bir makyaj malzemesi kullandığı zaman seyircileri tarafından "O böyle ucuz bir ürün asla kullanmaz, reklam yapmak için kullanıyorsun" diye linç ediliyor. Bu denklemin bir kısmı. Bunu elde tutalım.

Kitlesi makyaj yapan orta halli kadınların takıldığı yer olarak da süslüsözlük sitesini temel alalım mesela. Siteleri şurası, tık. Kendisiyle birlikte ve hatta kendisinden önce Youtube dünyasına onlarca makyaj vloggerı katılmış olmasına rağmen en çok entry girilen başlığın kendisininki olmasının nedeni nedir peki? Güzel makyaj yapabilmesi, değil. Bizzat make-up artistler de var çünkü o dönemden. Güzelliği? Hayır, çok ayrı bir güzelliği de yok. Fazla uzatmadan ben söyleyeyim: İnsanlara ulaşamayacağı şeyleri pazarlaması. Güzel bir strateji. Ve kesinlikle çalışıyor. Instagram'daki 106 bin takipçisi bunu doğrulayabilir. Youtube'daki 100 bini aşmış takipçisi de. Falan filan. Daha ilgincini söyleyeyim. Kendisi gibi diğer bir makyaj ve güzellik vlogger'ı olan Merve Özkaynak, geçtiğimiz sene yılın kadın girişimcisi seçilmişti. Yaptığı tek şey "Youtube videosu". Takipçi sayıları da Duygu ile benzer.

Sonuç olarak insanlara ulaşamayacağı şeyleri pazarlayın. İnsanlar statü simgesi şeylere ulaşmayı sever. Bu da yukarıdakilerin yanında durması gereken bir kural.

Şimdi en yukarıya geri dönersek: Türkler bu girişimcilik paydasının neresinde? Hiçbir yerinde değil. Bütün dünya sosyal medya reklamlar üzerinden yürürken Türk şirketler hala bu insanları tınmıyor. Aşırı derecede geri kalmış bir toplumuz bunun için. Böyle bir pazar yönetimi olamaz.

Sosyal medya üzerinden reklam veren şirketler genellikle yurtdışı bazlı oluyor. Haliyle bu tarz yeniliklere açıklık söz konusu. Adamlar alışkın ve bu gücün kesinlikle farkında. Hadi bir örnek daha vereyim.

Daha önce de demiştim: Daniel Wellington isimli bir saat markası var ve bu saat markasının bütün olayı Instagram. Dünyanın dört bir tarafından takipçi sayısını biraz yüksek olan insanlara, Instagram'a onunla çekilmiş 4 fotoğraf koymaları karşılığında en az 200 dolarlık saatlerini bedavaya gönderiyor. İnsanlar sürekli bu saate maruz kalıyor Instagram'da dolaşırken. Pazarlamanın ilahı budur. Adamların şu anki takipçi sayısı 978.000'i geçmiş! Hesapları burada. Ve sadece Instagram üzerinden dünyaca tanınmış bir marka olup çıktılar. İbret budur, hehe.

Yazacak şey çok ama ben bu meretin gücünü göstermek için son bir darbe daha vurup gideceğim. Bunları anlatmamın sebebi tamamen artık bizim de bu işin içerisine girmemiz gerektiği, çoktan geç kalmış olduğumuzu göstermek. Yenidünyanın olayı bu arkadaşlar. Siz gidip Posta gazetesine ilan verirseniz kocaman bir genç kitleyi yok saymış olursunuz. Piramitin altındaki geniş alanı hiçbir zaman unutmayın.

Neyse. Gelelim örneğe.

Patrick Janelle'i tanımayan yoktur, kendisi Instagram yüzünden popüler olmuş, bu sayede nice paralar kırmış, en son SoHo'da güzel bir ev tutmuş, şarap tadımcılığı işine bile girmiş, dünyayı dolaşmış yakışıklı bir abimiz. Bu adam, yukarıda ve daha önceki entrylerimde söylemiş olduğum her şeyi yapmış bir adam. 374 bin küsülü bir takipçi sayısı var. Ama konumuz bu değil.

Geçtiğimiz günlerce BMW markasının Amerika ayağı ve daha pek çok marka daha, Patrick ve onun gibi yaklaşık 8-9 tane Instagram ünlüsünü aldı ve 1 haftalık bir BMW rüyası yaşattı (hihihi). Sadece orada çektikleri fotoğrafları koymak için ayrı bir hesap bile açtılar: flockoffools. Fotoğraflara bakabilirsiniz. Hepsinin Elvis gibi giyinip BMW motorları sürmeler olsun, ne bileyim kaskları takıp en lüks BMW’lerle araba yarışları yapmak olsun, bu arada Kiehls gibi markaların da reklamını aradan çıkartmak olsun. Adamlar hayatını yaşıyor, sorsanız sahip oldukları tek şey bir Iphone. Bu yani.

Kapanışta "vur dedik öldürdün" yapacağım, son nefesinizi de böyle verin.

Makalesi bu: https://www.yahoo.com/tech/inside-instagrams-unofficial-lucrative-ad-111500129214.html

Okumak istemeyenler için ben özet geçeyim. Seve seve yapacağım bunu.

Instagram'da 100.000 takipçi üzerinde followerı olanların tek bir fotoğraf başına 700-900 dolar arasında para kazandığını...

500.000 follower ve üzerinde olanların bir fotoğraf başına 2.000-3.000 dolar arasında para kazandığını...

Ve moda ile alakalı olan yüksek takipçili hesapların tek bir sponsorlu fotoğraf başına en az 8.000 dolar kazandığını...

Biliyor muydunuz? 

INSTAGRAM DOSYASI PT. IV

09:45

Burada, follower ve elitizm meselesi üzerine birkaç bir şey söylemek istiyorum. İkiye bölelim, önce follower konusu.

Instagram, kendi sayfası editörleri tarafından kontrol edilen bir uygulamadır ve tabii ki, her sosyal medya aracı gibi, tamamen maddiyata dayalı olmak durumundadır. Ama bir hesap Instagram'ın bizzat kendi sayfasında tanıtılmışsa (suggested olmaktan bahsetmiyorum), zaten kazanacağı follower sayısı (çok çok uç değilse) 5 bini geçmez. (Hadi sizin için 10 bin. :)

Ama asıl konu suggested olmak ise, daha önce de yazmışolduğum gibi bu bir "community" meselesidir. Önerilen, önerilir. Mantık basit. E ne yapacaksınız, aktif olacaksınız, yorum yapacaksınız mesela. Like koyacaksınız. Suggested olmak size minimum 40 bin follower kazandırır. Ama bunu yapan Instagram'in "elitist editörleri" değil, sizin arkadaşlarınızdır, eğer arkadaşlarınız ya da sizi takip edenler sizi önerirse, iki üç kişiden fazlası sizin o follower sayısına layık olduğunuzu düşünürse siz de önerilen olursunuz. Burada herhangi bir elitizm mevcut değil. Sadece topluluk kuralları var.

Facebook'un Instagram'ı satın alması "kendi sonunu hazırlaması"na sebep olmadı, hatta istatistiklerle konuşursam:

2014'ün sonunda Instagram, aktif kullanıcı sayısı bakımından Twitter'ı (284 milyon) geçti (300 milyon). Buyurun makalesi: http://www.businessinsider.com/…han-twitter-2014-12

Şimdi ben Instagram'ın avukatı falan değilim, basit bir kullanıcıyım (aslında daha çok gözlemciyim) ama bazı şeyler için verecek cevabım olabilir. Instagram için tek tip kullanıcıya hitap ediyor denmesi haksızlık, burada kendi yaptığı "resim"leri paylaşan da önerildi, animasyon yapan da, kısa film çeken de, ne bileyim karikatür çizen de. Doğal afetlerin fotoğrafını çekenler, foto muhabirler de gösterildi. Şu sayfada tek tip olan ne olduğunu bana söylerseniz sevinirim. Instagram'ın sadece kendi communityfirst kitabının içerisinde bile Gezi olaylarından örnek bir sürü fotoğraf görebilirsiniz. Eleştirilecek yönü çok, ama tek tip profile hitap ettiği iddiası sadece o profillerde dolaşıldığının göstergesi olabilir, başka da bir açıklaması olamaz. Keşfet size sadece beğendiğiniz tarzda şeyleri getirir sonuçta. burada "fotoğraf kültüründen uzak editörler"in yaptığı tam olarak nedir, onu da bilmiyorum.

Peki, Instagram fotoğrafçıların 1-2 sene içinde terk edeceği bir alan olabilir mi?

Daha iyisi çıkarsa belki evet. Yoksa hayır. Size basit bir örnek vereyim.

Her zaman bahsettiğim fotoğrafçı Alice Gao, (yukarıda eleştirilen pahalı kap kacak fotoğrafı çekenlerden, JCrew ayakkabı giyer, defteri Hermes:) 2006-2014 yılları arasında flickr kullanmış ve 9600 küsür takipçisi var. 8 senede 9.6k.

Bu kadının Instagram hesabında yaklaşık 3 senede geldiği takipçi sayısı kaç biliyor musunuz? Ben söyleyeyim. 909.000 küsür.

Yetmediyse bir örnek daha. Çok sevdiğim başka bir fotoğrafçı, genelde aile fotoğrafları çeker: cindy loughridge. o da 2006'da katılmış flickr'a. Adresi şu. Takipçi sayısı 90 bin küsür. Baya yüksek. Peki Instagram? 3 senede 129 bin küsür.

Örnekler çoğaltılabilir.

Fotoğrafçı fotoğraf anlamında Instagram üzerinden tatmin olmayabilir, ama çok daha hızlı bir geri dönüş alır ve çok daha büyük bir kitleye ulaşır. Bu da Instagram'ı en azından daha iyisi çıkana kadar vazgeçilmez yapar. Çünkü insanlar bunun üzerinden para kazanıyor. Instagram açıldığı zaman flickr kapandı mı? Hayır. Fotoğrafı blogu için çekenler, aynı fotoğrafı kesip biçip Instagram'a da koyuyorlar çünkü orası daha aktif, bunun bilincinde. Kimse gidip bloguna bakacak değil, firmalar ve markalar da Instagram'a bakıyor. Bu anlamda Instagram'ın terk edileceği öngörüsü bence yanlış. Facebook zamanla ne kadar terk edildiyse Instagram da o kadar edilecektir, ama büyümesi sürecek.

Görsel bilgiler çağında yaşıyoruz, bir fotoğraf sitesinin terk edilmesi mümkün olabilir mi? diyetisyenler bile fotoğraf üzerine yazılarla tavsiye veriyor burada. Daha vahimini söyleyeyim. Psikologlar kliniklerini ne kadar güzel dekore ettirdiklerini gösteriyor. Eleştirirsiniz, bu size kalmış. Ama zamanın "pazarlaması" bu, olayımız bu yani artık.

Peki, gelelim ikinci kısma.

Eleştirilecek yönleri. instagram'ın insanları "aynılaştırdığı" düşüncesini yok sayamayız (insanlar ne zaman tahmin ettiğimiz kadar farklı oldular ki :/), bu yukarıda karşı çıktığım şeyden çok daha farklı. Ama bu aynılaşmanın nedeni "fotoğraf çeken" herkesin "sanatçı" olmaması, olmak zorunda da olmaması. İnsanlar taklit ediyor. Taklit ediyor ve bu şekilde kendini geliştiriyor. Ya da sadece beğendiği için gidip aynısını çekiyor. Bu kısım önemli değil. Ama artık bu devirde, her şeyin paylaşıldığı zamanda en fazla ne kadar orijinal olunabilir ki zaten. İnsanlar beğeniyor ve yapıyor işte, bu kadar basit.

İnsanların sadece fotoğraf çekmek için dışarı çıkması. Hatta sadece fotoğraf çekmek için buluşması filan. Arkadaşlar insanlar çeksin ve paylaşsın, istemiyorsanız unfollow edersiniz ve bu dert sizin için de biter. Ya tek kelime bile etmesinler buluşunca, fotoğraf çeksinler mesela sadece: Bu da bir iletişim, istenmese de zorlansa da artık böyle. Bizim zamanımız bunun çağı.

Elitizm eleştirileri. Katılıyorum ama bu, bu zamana özgü bir şey değil. elitizm her zaman biz fakirler için sinir bozucu olduğu kadar özendirici ve merak uyandırıcı da oldu. Bu kullanılıyor insanlar ve markalar tarafından. Eskiden magazin haberlerinde gördüğümüz markaların sadece görsel temsil yeri değişti, o kadar.


Daha yazacak çok şey var ama bir devasa Instagram gözlemleri entry'si daha burada bitsin.

INSTAGRAM DOSYASI PT. III

09:33

Instagram'daki en büyük olaylardan biri "suggested", yani "önerilen kullanıcı" olmak. Biraz bahsedeyim.

Bizim Türkiye’de instagram kullanımı galata kulesi, simitle beslenen mantı, Türk çayı ve papatya fotoğrafı paylaşmaktan öteye gidemediği için (ki biz bu eleştirileri şurada uzun uzun yazmıştık. İnsanların pek bir bilgisi yok bu konuda ama yurtdışında herkes bunun için çabalıyor. Şimdi sizin bir Instagram hesabınız olsun. Bu hesabı suggested yapmaya çalışalım.

1. Öncelikle bu hesabınızı aktif olarak kullanıyor olmanız gerek. Her gün mutlaka bir fotoğraf paylaşacaksınız, ya da diyelim fotoğraf paylaşmadığınız süre 2 günü kesinlikle geçmeyecek.

2. Profilinizin bir teması olacak, dışarıdan bakıldığı zaman bir anlam ifade edecek insanlara. Örneğin şehir hayatı çekiyorsanız şehir hayatı, modaysa moda, still life çekiyorsanız still life, bakınca anlaşılır olacak. (daha önce instagram'a koyulacak fotoğraflar ile alakalı bir yazı yazmıştım.)

3. İnsanlarla aktif bir şekilde ilişkide olmanız gerekiyor. Instagram bu "community" olma özelliğine aşırı önem veriyor, zaten suggested olanların #communityfirst diye bir hashtagleri (etiketleri) de var. Topluluk kurallarına uymanız çok önemli. Birilerine yorum yapın, birileriyle arkadaş olun, birilerini etiketleyin, buluşmalar yapın, fotoğraflar çekin vs...

4. Burası önemli çünkü 3 ile de doğrudan bağlantılı. Suggested olmanız için en önemli şey, en başta birinin sizi "suggest" etmesi. Diyelim ki bir A kişisi önerilen kişi oldu. O kişiye atılan suggestion mailinde, ondan Instagram'ın keşfetmesi için yeni kullanıcı isimleri ya da etiketler istenir. Topluluk olmak bu yüzden çok önemli. Birileriyle iletişimde olmanız sizin de keşfedilmeniz açısından çok önemlidir, önerilmeniz gerekiyor çünkü.

5. Tüm bunları yapıyorsanız, özgün olduğunuzdan eminseniz vs. zaten hemen keşfediliyorsunuz. Sizi öneren kullanıcı sayısı ne kadar çoksa o kadar çabuk suggested oluyorsunuz.

Peki, o halde soru şu: Neden suggested olmak istemelisiniz?

Önerilen kullanıcı dediğimiz durum, genelde Instagram'a yeni üye olmuş olan insanların karşısına çıkan "takip edilesi kişiler" listesinde olmak demek. Haberiniz var mı bilmiyorum ama geçtiğimiz aylarda (Ocak ayı, hatta) Instagram günlük kullanıcı yoğunluğu bakımından Twitter'ı bile geçmişti. Her gün binlerce, belki milyonlarca insan üye oluyor ve onların karşılarına doğrudan sizin kullanıcı adınız "önerilen" olarak çıkıyor. Suggested olduğunuz zaman Instagram'ın kendi Instagram hesabı da sizi takip ediyor. Ortalama 2 hafta kadar takip edilip unfollow ediliyorsunuz, bu süre bazen değişebiliyor da (daha çok olduğu gibi daha az da olabilir). Bu süre boyunca günde en az 2 bin takipçi geliyor size. Bu takipçilerin büyük bir kısmı yeni üyelerden oluşuyor. Sonrasında Instagram sizden ev adresinizi istiyor ve size ufak hediyeler gönderiyor ara sıra (takvim vs. gibi). Eğer önerilenler tarafından önerilmeye devam ederseniz tekrar suggested da olabiliyorsunuz, bunun bir sınırı yok. Aynı zamanda siz de çok sevdiğiniz ve daha çok takipçiyi hak ettiğini düşündüğünüz hesapları "keşfettirebiliyor"sunuz.

Peki, tüm bu takipçi muhabbeti nereye gidiyor, aslında klasik... Sosyal medyadan para kazanabilmek ya da küçük eşantiyonlar alabilmek, küçük hediyelerle kendini şımartmak gibi.


Sonuç olarak neden sizin de bir Daniel Wellington saatiniz olmasın?

INSTAGRAM DOSYASI PT. II

09:25

Bu entry'yi yazdıktan sonra programı biraz daha kurcaladım ve burada popüler olmanın yolları için kendimce bir yol haritası çıkardım. Şimdi burada birazdan söyleyeceklerim benim kişisel görüşlerimden ziyade program içi genel-geçerliliği bulunan şeyler. Neyse oraya geleceğiz, rastgele bir yerden başlayalım. Şimdi bir instagram hesabının pazarlamasını yapacağız birlikte.

1. Tag/etiket meselesi. Ben de buradaki çoğu yazar gibi (evet biliyorum siz de öylesiniz), fotoğrafların altına 10 satır etiket yazanlara gıcık oluyordum ilk başlarda ama sonra bunun çok basit bir izlenim yönetimi kaygısı olduğunu düşünmeye başladım. Şöyle düşünelim, elimizde bir sosyal medya aracı var ve burada vakit geçiriyoruz. Güzel fotoğraflar çekiyoruz ve üzerine zaman harcayıp düzenlemesini yapıyoruz, filtrelerini koyuyoruz filan. E bunları bizi takip edenden daha çok kişinin görmesini istemekten daha doğal bir şey olabilir mi? Daha çok kişiye ulaşmak değil mi amaç zaten? (Burada konu popüler olmak.)

İşin özü: Etiket koyunuz fotoğraflarınıza. Bu temel adım.

2. Takip ettikçe takip edilme meselesi bence çok tehlikeli. Her takip edeni takip etmek sağlıklı değil. Diyelim ki yeni üye oldunuz ve sıfır takipçiniz ve takip edileniniz var. Öncelikle takip/takip politikası gütmek gerekiyor. İlk başta arkadaşlarınızı toplayabilirsiniz etrafa. Birkaç tane de yabancı insanla etkileşin. Bana sorarsanız takipçi miktarı ve takip edilen miktarı arasında büyük bir fark olmalı. Yani siz takip etmeyi 150 kişide bırakmalısınız örneğin ama bu sırada takipçi sayınızı arttırmanın da yollarını bulmalısınız.

Takipçi konusunun sıkıntılı olduğu konu şu: Tanımadığınız insanlarla duygusal bir ilişkiye girmiş de oluyorsunuz ve bir zaman sonra isteseniz de unfollow edemiyor hale geliyorsunuz. Bu konuya dikkat. Minimum fakat kaliteli hesaplar takip etmeye çalışın. Biri sizin profilinize girdiği zaman "bu takip eden herkesi geri takip ediyor" havası oluşmasın.

Böyle olduğu zaman takip edilirsiniz ama geri takip yapmayınca hemen unfollow edilirsiniz. Bu sağlıklı bir tutum değil. (Bu yazdıklarımın hangisi sağlıklı ki adhgadjfsa. Neyse pazarlıyoruz bi saniye!)

3. Instagram aslında tam bir izlenim yönetimi ortamı. Bunu kullanmayı bilmek lazım.

Peki, nedir izlenim yönetimi? İnsanların sizi nasıl gördüğünü düşünerek davranmaktır. Günlük hayatta belirli bir seviyenin üzerinde olması pek sağlıklı değil. Sosyal medyada da değil ama şu an tek amacımız popüler olmak olduğu için her şey mubahtır diyoruz. Nasıl kullanacağız bu mereti?

3.a) Gerçek olarak. Gerçek olacaksınız. İsminizi kullanacaksınız. Görüntü resminizde siz olacaksınız. Yaşadığınız yerle olsun, hayatınızla olsun, mümkün olabildiğince "kendiniz" olarak görünmeye çalışacaksınız. (bu aslında psikolojik açıdan korkunç bir tabir. ama günah keçisi oldum bir kere.)

3.b) Farklı olacaksınız. Yani gidip bir vosvos fotoğrafı da siz çekmeyeceksiniz. Hem kendiniz, hem farklı olmanın özel bir yolunu bulacaksınız. Yani orada sizi temsilen bir farklılık olacak.

Hemen bir örnek vereyim. Buyurun şuraya bakın. profile girdiğiniz zaman gördüğünüz o beyazlık, o sadelik bile karakteristik bir şey.

Yani profilinizin bir karakteri olmalı.

Peki, nasıl bir karakter?

instagram'da açıkçası uzunca zaman geçirdim (işte bunlar hep derste sıkılmalar) ve istisna hariç aslında buranın da tamamen kapitalist bir yapıda olduğunu fark ettim. Ama bu yeni modern bir durum. Nasıl mı, bir bakalım.

Örneğin şu profil. Kadın profesyonel fotoğrafçı ve inanılmaz bir portfolyosu var. Gezinince göreceksiniz, aslında basit bir matematikte ilerliyor: Sade. Şık. Fakat kaliteli.

Mesela şu fotoğraf. Normalde ben çeksem sıradan bir fotoğraf olacakken o çektiği zaman bu kadar beğenilmesinin 3 sebebi var:

1. Sade. Sadece bir ayakkabı kutusu ve ayakkabı. Bu kadar. Kalabalık değil. Daha önceki entryde de bahsettim, bizim kültür kalabalık bir kültür ama burada bunu unutun. Yok öyle her şeyi doluşturmak.

2. Şık. Gayet güzel yazlık bir çift ayakkabı. Modern bir görüntüsü var.
3. Ve kaliteli.

Ben olsam böyle bir şey çekemem çünkü benim ayakkabılarım muhtemelen Hermes marka olmaz. Ama işte, önemli olan burada Hermes olması eheh.

Bir başka profile bakalım mesela. Kadın burada küçük kızının fotoğraflarını çekiyor. Kızı için özel bir hashtag oluşturmuş, bütün fotoğraflarını o etiketle yayıyor. geriye gittikçe kızın ne kadar büyüdüğünü görebiliyorsunuz ve bu sizi profile bağlıyor. Bakın ufacık özel bir bağlantı oluştu.

Sıra sayısını unuttum ama devam edelim bir yerden.

Kendinize özel bir şeyiniz olmalı. Bir şeyi göstermelisiniz, yani o işin meraklıları sizi takip etmeli.

Mesela bir bakalım. John Stoffer'ın profili bana hep çok güzel gelmiştir mesela. (Bu arada şimdiye kadar gösterdiğim bütün profiller Iphone kullanıcısı. Profesyonel fotoğrafçılar ama mobil fotoğraflarını koyuyorlar buralara. Şikayet etmeyin o yüzden.) Stoffer'ın profilinde bir yaşam tarzını nasıl yansıttığını görürüz. Tam bir Amerikan ailesi. Çoğu fotoğrafın altında öteki aile fertleriyle olan sıcak konuşmaları bulabilirsiniz. Bu adam aynı zamanda ağaç yontmacılığı da yapıyor. Kendince kaşık vs. oyuyor. Ve hep şık. Bütün fotoğraflarında bir yeni-modernite var.

Bu kısmı çok uzattım, şimdi gelelim aktif olarak yapabileceklerinize.

1. Etiket koymak konusunda anlaşmıştık. Ona devam.
2. Etiketlere girin ve rastgele bir şekilde fotoğraf beğenin. Evet. Hatta bazen girip birkaç fotoğrafını beğenin insanların. Dikkat çekin.
3. Yorum yapın. O yorumlar o fotoğrafların altında olacak. Hiçbir şey olmazsa kalp filan koyun. zamazingo deyin, gorgeous filan deyin ehehe.
4. 3. maddedeki yorumlar çok önemli. Bunu özellikle ünlü insanların fotoğraflarına yapın.
5. Kendinize dikkat çekici bir description yazın. Ama iddialı olmasın. Sade olun.

Fotoğraflar açısından:

1. Artık şu basit instagram filtrelerini kullanmayın. Yeter!
2. Artık filtre kullanmayın hatta. Kullanacaksanız Vscocam, Lightroom vs kullanın ama abartmayın. Unutmayın bir şey doğala ne kadar yakınsa o kadar güzeldir. Doğallığın güzelliği yeni moda diyorum, anlatamıyorum. vscocam kullanmıyorsanız snapseed kullanın, ufak düzeltmeler yapın ama filtre kullanmayın.
3. Şunu unutmayın, o popüler olan kısımdan donanım olarak hiçbir eksiğiniz yok. onların öyle olmasına sebep olan şey gördükleri yerler, baktıkları şeyler vs. E bizde yok bunların hiçbiri diyorsanız şu profile bir bakın, Türk bir kullanıcı. Yani güzellik gören gözde gerçekten eheh.

Etrafınıza bakın çekecek güzel şeyler arayın. Gerçi Türkiye’de yaşadığımızı unutmadım hiç.

Bu programda Japonların, Singapurluların, ne bileyim Tayvanlıların bu kadar popüler olmasının tek sebebi şehirlerinin güzellikleri. Adam kapının önüne çıksa bir estetik, evinin içine girse bir estetik.

7. Yarışmalara katılın. shoutout denilen şeye önem verin.
8. Şu çerçeveleri kullanmayın artık gözünüzü seveyim.

Çok uzattım. Kaliteli, ya da daha doğrusu pahalı bir izlenim vermeyi unutmayın. yani beyaz bir zemin üzerine bir Iphone fotoğrafı koyup çekin, biraz efekt verin, tamam işte ayak uydurdunuz siz de. Minimal olun. Bakın şunu kastediyorum. Aynı kullanıcının öteki fotoğraflarına da bakın mesela.

Uzun uzun yazdım, gelelim kendi kısmıma. Dediklerimin çoğuna katılmadığımı belirtmek istiyorum hemen. Katılmak dediğim, doğru bulmuyorum. İlk olarak insan psikolojisi için uygun değil. Başta da dediğim gibi ben öyle olmasını istemiyorum, her yerin belirli bir karakteristiği olduğu gibi buranın da var. Eksik gedik varsa söyleyin, eleştirecekseniz de buyurun eleştirin. Sen bunları yaptın mı diye sorarsanız, bir kısmını yaptım geri kalanıyla uğraşmadım ama uğraşanı için: Tabby. Bu kız benim açımdan tam bir sosyal psikolojik deneydir eheh. Tırnaklarıyla tırmandı şu anki yerine, evet. Her ünlü fotoğrafın altında bu kızın yorumunu görebilirsiniz.

Güncellemeler olacaktır sanırım. Şimdilik bu kadar.


Sonra gelen: Asıl önemli şeyi söylemeyi unuttum. Tarihiniz olacak arkadaşlar. İnsanlar geçmişi olan insanları ciddi bulur. O yüzden günde en fazla 2 fotoğraf koyup her gün koymaya bakacaksınız. Farklı olmak önemli. Ama dediğim gibi, süreklilik ve tarihi olmak da çok önemli.

INSTAGRAM DOSYASI PT. I

09:03

Uzun zamandır Ekşi Sözlük'te Instagram başlığında yazdığım yazıları seri halinde yayınlamaya karar verdim, ilk kısmı da burada. 

**

17.03.2014

Bir süredir kullandığım, aslında bir yerden sonra kullanmaktan vazgeçip (umudumu kesip) kendi kendime kurcalamaya başladığım program. En sonunda bir şeyler yazayım dedim ama...

Yok. Biz bunu yapamayız.

Bu programda çuvalladık bana göre. Buraya kadar iyiydi ama işte.

Şimdi burada birkaç çeşit insan var. Olaya görsel açıdan bir şeyler katanlar bağlamından bakıyorum, yoksa bizim Türk kızımızın bacaklarından, kabin fotoğraflarından, yediği yemek fotoğraflarından filan bahsetmiyorum. Evet, ne diyordum. Birkaç çeşit insan var.

Öncelikle manzara fotoğrafı çekenler. Aslında manzara da değil tam olarak, "şehir fotoğrafı". Bizim ilk başarısızlık deneyimimiz bu. Adam New York’ta oturuyor, kapısının önüne çıkıp karşıdaki gökdelenlerin fotoğrafını çekse bile bir bakıyorsun gayet güzel. Bir geometri var, bir düzen var. Yahu benim Ankara gibi bir yerde böyle bir şey çekme ihtimalim olabilir mi? ne şehri ne manzarası, Keçiören’i mi çekeyim ben, Kızılay’ı mı çekeyim nereyi çekeyim? Kızılay’da, bak şehrin en göbeğinde en merkezi yerinde bana estetik açıdan güzel duran tek bir yapı gösterebilir misiniz? Bahçeli’de gösterebilir misiniz? Tunalı’da neresi var? Kuğulu park mı, yapmayın Allah aşkına adamlar gidip Central Park’ı çekiyor. Sadece Amerika’dan da örnek vermeyelim. O Tokyo, o Hong Kong fotoğraflarına zaten hiç girmeyelim ama.

Zaten biliyorduk ama bu program sayesinde Türkiye’nin ne kadar estetik yoksunu bir ülke olduğunu, Türklerin de ne kadar estetik yoksunu insanlar olduğunu bir kere daha anladık. Şu koca Ankara’da tek bir bina yok mu fotoğrafını çekeceğimiz? Yok kardeşim.

Bir başka grup şey. Sokak fotoğrafçıları.

Bu konuda iddialı gibiyiz biraz ama. Bunda da çuvallamayı başarıyoruz bana kalırsa. Çünkü Türklerde şöyle bir huy var, istiyoruz ki bir fotoğraf çektik ya, o böyle renk cümbüşü olsun, böyle bütün renkler patlasın, bütün efektler geçsin üzerinden. Yemin ediyorum en amatöründen en profesyoneline kadar var bizde bu. Ama yok. Hayır, o devir bitti ya kimse anlamıyor. Sade olacak çektiğin fotoğraf. Bütün dünya sadeleşiyor, Instagram'ın kendisi bile flat tasarıma geçmiş, sen hala garip garip efektler kullanıyorsun.

Ya sepya kullanan var, çıldırıyorum.

Bir başka fotoğraf tarzı, hani şu yeraltına girenler. Yeraltı treni, tramvay fotoğrafı çekenler. Bunun hastasıyım. Adamlar müthiş şeyler çıkarıyor.

Ama ben Ankara’da hiçbir zaman bir tarafında inşaat olmayan yeraltı treni görmediğim için bu da yalan oluyor. Ya şu Sıhhiye metrosunun fotoğrafını çeksem ibretlik diye bakarlar, bu kadar rezil bir şey olamaz. Bunu da yapamadık. Etti mi üç. Dört de olabilir, neyse.

Bir başkası. Yediği yemeğin fotoğrafını çekenler, hani. Başta demeyeceğim dedim ama insan dayanamıyor.

Arkadaşlar bir bakıyorum, adam beyaz bir mutfak tezgâhının üzerine gayet sıradan, bembeyaz bir kupa kahvenin fotoğrafını gayet düz bir açıyla çekiyor. Tepeden çekiyor hatta. Sonra buna bir Vscocam filtre yapıyor, o fotoğraf oluyor mu sana "minimalist". Bir de inanmazsınız ne de güzel duruyor. Yalın böyle. Sade. Düz. Onun göze hoş gelen bir tarafı oluyor.

Ama bizde öyle mi. Bizde bir fotoğrafta yüz farklı şeyi gösterme çabası var. O kahvenin yanına hemen bir gazete. Gazetenin altında da kitap. İşte amaç hem okuyor hem kahvesini içiyor pozu vermek filan. Elin adamının böyle bir çabası yok ki. Bizde bir telaş var. Her şeyi anlatmak istiyoruz. Herkese anlatmak istiyoruz hem de. Kültürel bir şey, farkındayım da bunun. Sana güzel gelebilir ama estetik değil ki bu meret. Bunu anlayalım istiyorum, estetiklik yok işin içinde. Mesaj var, kaygı var, of o kalabalık kitaplar vesaireler...

Bir başkası da evinin çeşitli yerlerinin fotoğrafını çekenler. Mesela ben size bir örnek göstereyim. Kendisine bayıldığım bir kadın, Alice Gao. Bu da Instagram’ın sayfasında bir fotoğraf. Evini çekmiş. Gezinebilirsiniz, aynı evin kırk türlü fotoğrafını çekiyor. Mesela şu.

Şimdi buradan iki sonuç çıkartıyorum. Alice Gao, kendisi gibi binlerce fotoğrafçı bulabileceğiniz bir fotoğrafçı ve kendisi gibi insanlar da onun gibi, minimal, modern filan takılıyor.

Sonuç 1: Bizim memlekette böyle fotoğraflar çekmemiz imkânsız. Çünkü yok abi kültürde yok. Kültür karışık. Ama lanet olsun ki ben böyle şeylerden hoşlanıyorum. Ama itiraf edin bakınca size de bir hoş geldi.

Sonuç 2: Bizde diyelim ki böyle bir fotoğraf çektik, bunu asla bu haliyle koymayız. Hiçbir filtre koymazsak bir çerçeve koyarız. Bir beyaz çerçeve mesela. Bunu böyle bırakmayız. "Boş gelir".

Kadının çektiği yemek fotoğrafına bakın bi. Yani güzel çekilince, şu mantarlı zamazingonun bile bil estetiği oluyor. Kimse bu kadar profesyonel çek demiyor (kullandığı kamera Iphone bu arada) ama abi bi çabanız da olsun ya.

Fotoğraf anlayışımız biraz değişse mis gibi şeyler de çıkartacağız ortaya bak.

Doğa dediğin, ülkemin doğası güzel. Deniz dediğin, bizde. Ne bileyim, ne güzelliklerimiz var ama sorun şu: biz bunları pazarlamayı bilmiyoruz. Bunları yansıtamıyoruz. Bunların güzelliklerini yansıtamıyoruz daha doğrusu.

Sonuca gelirken diyeceğim o ki, herkesin zevki kendine ama ne olur biraz da estetik bi millet olalım ya.

Güzel binalar yapalım bi iki fotoğraf da biz çekelim.

Bir parkımız olsun böyle adam gibi. Gençlik Parkı’nın ortasından geçen kokulu olduğu fotoğraftan bile belli olan yapay nehirlerimiz olmasın.

Çelişki şu: kendimiz olmak istiyoruz ama evrensel olmak da istiyoruz. Sen evrensel olana kendi yorumunu kat. Oraya "mu" (böğ) fotoğrafı değil Türk kahvesi fincanı koy. Sade ama. Yanında danteller bir şeyler yok. Bunu yapalım ya. Bu işte.


Bunun zenginlikle alakası olduğunu da düşünmüyorum. Sadelik ya. Bu kadar. Bitti.