GÖL MANZARASI: UZUNGÖL /LAKE VİEW

12:50


Aslında gideli bir süre oldu ama ancak yazabiliyorum. Hatta böyle kocaman kocaman yazmak istiyorum kiii, bunca yıllık Karadenizli olarak Uzungöl'e nihayet gidebildim!

Bu coşkulu girişin ardından sizi fotoğraflara bırakmadan önce şunu anlatmam lazım: Biz Uzungöl'ün büyüsünden kurtulamamış halde şehir merkezine indikten sonra dayımın eşi bize şelalelerin nasıl olduğunu sordu. Biz de şaşkın şaşkın etrafa bakarken asıl görmemiz gereken yerin çoğunu görmediğimizi fark ettik. Evet itiraf ediyorum, ilgili şelalelere dair hiçbir şey görmedik çünkü bilmiyorduk, çünkü ben de gölün etrafında gezerken fotoğraf çekmeye öyle dalmıştım ki etrafa bakamadım (güler misin ağlar mısın heheh). Bu şelale konusunu bir sır olarak saklıyor, bir sonraki gidişimiz için bahane olmasını umuyoruz. Onun dışında burası mü-kem-mel.


Bu gözlük Woodstone Wooden Watches'ın gözlüğü. Bu yolculukta biraz da anlayamadığım bir şekilde o kadar çok kullandık ki onun için ayrı bir fotoğraf koyulmasının hakkı olduğunu düşünmeye başladım.


Uzunca bir süre Ankara'da yaşadıktan sonra görkemli dağların insana verdiği ürpertici güzellikteki hissi unutmuşum. Gazzali diyor ya "İrade edenin yüceliği, irade ettiği şeyin yüceliği nispetindedir" diye. Öyledir sahi.



YENİ BLOG, İLK YENİ YAZI

11:53


Blogdaki ilk gönderi değil, ama bu bloga özel ilk gönderi. Eh, yeni yuvamız burası.

Burayı tasarlarken, aslında oraya buraya küçük dokunuşlar yaparken demek daha doğru olur, bundan tam 1 sene öncesini düşünüp durdum. 1 senede nereden nereye gelmişiz, inanılmaz. Önceki blogu sıfırlayıp yeni bir tema ve yeni bir amaçla yollara düşeli de çok olmadı. Nasıl olduğunu anlamadım ama her şey çok hızlı oldu, bilirsiniz, Ocak ayında "Bu ne ola ki?" diye Instagram açmıştım, sonrası zaten delilikti, Ankara'yı adım adım gezerken artık kare kare gezmeye başlamak çok hoşuma gitmişti. Bunda romantik bir taraf yok, aksine arkadaşlarımla birlikte son derece gerçekçi bir arayış içine girmiştik. Güzelin Aranışı. Belki bir film ismi olabilir (iMDB: 6.5'i de geçmez.) Ama hani, ders arasında okulun hengamesinden kaçıp yeni bir yer keşfedelim diye epeyce çabaladık ve bu noktaya geldik (Şu an bir yanımda Memories Lab'ın gönderdiği Polaroidler var. İnsanın kendi fotoğraflarını basılmış halde görmesi ne güzel bir hismiş). Şimdi artık ileriye doğru bakıp 1 sene sonra nerede olabilirim diye düşününce umutla doluyorum. Her zaman için ne derler bilirsiniz,


-Oradaydık. Ve şimdi buradayız.

Gittim ve Gördüm: Mickey's (Bilkent Station)

15:29

Herkese merhaba!
Uzunca bir Gittim ve Gördüm yazısı yazmayalı epeyce zaman geçmiş ama yavaş yavaş toparlıyoruz gibi bu aralar, tatilin gelmesi blogu şenlendirdi gibi. Çok uzatmayalım, bugünkü yerimizin adı Mickey’s. Zincir restoranın Bilkent Üniversitesindeki şubesine gittim ve yine onlarca fotoğrafla döndüm (buna kim şaşırır acaba...).

Öncelikle yol tarifi...
Açıkçası Bilkent’teki Mickey’s için o kadar yol gidilir mi bilmiyorum (Nitekim daha yakında, Kentpark’ta da şubesi var) ama illa yolumuz düşecek diyorsanız ve toplu taşıma kullanacaksanız, metro ile Bilkent durağında inip aktarma ile Bilkent Station’a varabilirsiniz. Ama burada bineceğiniz otobüslerden vs hiçbir şekilde emin değilim, orası sizin maceracı ruhunuza kalmış biraz (hihih).imageOuuugh, interior fotoğrafı çekmeyi ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. Mickey’s iç mekan olarak güzel ayrıntılardan (bu dediklerim bu şubesi için geçerli en azından), ama fotoğrafik olarak korkunç açılardan oluşmakta. Ama dediğim gibi ayrıntıların ince ince işlenmiş olması beni her zaman mutlu eder.image
Burada kalmak için çok fazla vaktimiz yoktu ve açıkçası biraz da telaşlı haldeydim (Periscope’tan takip edenler buradayken diffuserimin nasıl çat diye kırıldığına an be an şahitlik etmiştir şüphesiz) ama şöyle bir menünün gelmesiyle hayallerimin hamburgerine ulaştığımı aydınlanma biçiminde anlamış oldum:
image

Ama gelin ben size biraz daha etrafı gezdireyim. Yemek birazcık daha beklesin.
Mickey’s yukarıda da dediğim gibi garip fotoğrafik açılardan oluşuyor: Açıkçası çok fazla iç mekan fotoğrafı çektim ama burası kadar neredeyse hiçbir şeyini kontrol altında tutamadığımı hissettiğim bir yer olmamıştır herhalde. Her köşesinden bir şeyler çıktığı için en son masanın üzerine çıkmayı bile düşünmüştüm, ki pek elverişli bir yöntem sayılmaz aslında.image

Şu tavandan aşağıya doğru sarkıtılmış bar kısmı ve özellikle üzerindeki bitki bölümü çok güzel, görsel açıdan harika. Bu arada bu aralar sadece yeşil bitkilerden oluşan aranjmanlar aşırı moda, Ankara’da hiç göremiyor olsak da kümelenmiş terrariumlardan oluşmuş dekorasyonları çok seviyorum. Bana doğrudan İskandinav kültürünü anımsatıyor, donuk ve bir şekilde sıcak. Her neyse.
Buradayken tabii ki rahat duramadım ve üst kata çıkmak istedim, aynı manzaraya bir de üstten bakmaya çalışalım şimdi:image

Ev-vet! İşte aradığım açı tam olarak bu. Üst kat sadece ince, balkonumsu bir yapıdan oluşuyor. Aynı zamanda köşeye DJ setini de görebiliyorsunuz, canlı olarak müzik de yapılıyor. Ama ben biraz daha ileriye götüreceğim sizi:image

Ankara’da son zamanlarda gittiğim pek çok yerde şu tarz sarı sandalyeler görüyorum, hatta daha önce de bahsetmiştim size bundan. Fast-food tarzı mekanlara gitse de kafe kültürüne pek yakıştıramıyorum, malumunuz ben aceleci bir şekilde kahve içme alışkanlığı olan insanlardan değilim. Sarı bana yiyip hemen kalkmayı çağrıştırıyor. Mickeys bir fast-food restoranı olarak bu konuda artı puan katmış olabilir kendine, hatta şu sarı sandalyelerdeki ahşap detayların karakter kattığı bile söylenebilir. Ama yine, bir süre daha klasiklerden uzaklaşsak hiç de fena olmayacağı görüşündeyim ben:image

İşte böyle.
Mickey’s’de fotoğraf çekerken gösterilen yoğun ilgi ve nezaket için çalışanlara sonsuz teşekkürler, maddeler üzerine konuşmaktansa bu zarifliği övmeyi yeğlerim çoğu zaman. Güleryüz muazzam bir şey.
Çoktan görmüşsünüzdür ama blogda bana sıklıkla sorulan birkaç soruyu cevaplarsam:
1. Fiyatlar normalden biraz pahalı. En azından öteki zincirlere göre daha pahalı ama sadece hamburgerin içindeki etin kalınlığını görmeniz bile size “buna değer” dedirtebilir.
2. Mickey’s alkollü.
Onlarca fotoğraf arasından en çok göstermek istediklerim bunlar oldu, eğer sizin de “şuraya git” dediğiniz yerler olursa ya da sadece eleştirmek isterseniz mesaj kutum her zaman açık, yorum bırakmayı unutmayın.
Adres: 
Üniversiteler Mahallesi Bilkent Station No: 53 (1597. Cadde), Ankara
İnternet sitesi için TIK.

COHERENCE (Tutunum)

15:24


image
image
image
image
image
image
image

Not: Bu gönderideki fotoğraflar Fujifilm XE-1/35mm ile çekilmiş olup, Adobe Lightroom ile düzenlenmiştir. Model: harvard18.

Bahar’a Veda: En Çok Sevilenler

15:22


image

Yaz gündönümünün geçmesiyle birlikte baharda en çok sevdiğim şeyleri bir araya getirdim ve fotoğraflarını çektim bugün. Bu bahar benim için sürprizlerle dolu olduğu kadar yoğundu da, oradan oraya koştururken Ankara genellikle serin ve yağmurlu olduğu için (ve ben zaten klasik sevdiğim için) dışarıda en çok gömlek ve ceket giydim.
Uzun zamandır üzerine dilediğim gibi kayık yakalı giyebileceğim, boyu normalden biraz daha uzun mavi gömlek arayışı içerisindeydim ve bunu Mango’da bulduğum gibi kapıverdim hemen. Zaten son bir tane S beden kalmıştı, Forum Ankara’daki Mango’yu gözden fazla uzakta tutmayın derim, fiyatı da %35 indirimdeydi.

image

Bir diğeri gözlükler. Bu sene ahşap gözlük çok moda, ben hiç eksik kalır mıyım, kalmam (hihih). El yapımı olan bu gözlüklerde benim seçtiğim ağaç Venice Gülağacı. Rengi o kadar hoş duruyor ki normalde altın rengi bana pek uymasa da bu gözlüğe resmen yakıştırılmış. Markası Woodstone, Türkiye’de üretiliyor. Yusyuvarlak dışında hiçbir çerçevenin yakışmadığı yüz şeklime dikdörtgen gözlük nasıl gitti, o da bambaşka bir konu.

image

Bir diğer favorim, sanırım uzun zamandır beni en çok mutlu eden kulaklık Sudio oldu, bendeki Klang modelinin beyazı. Eğer az da olsa bir audiphile olma durumunuz varsa kaçırmayın, ben kullanırken vscocam efekti verilmiş müzik dinliyormuş gibi hissediyorum (sinestezik bir şey oldu:). Ama asıl olayı kesinlikle tasarımı. Bir kulaklığa bu kadar özen gösterildiğini ilk defa görüyorum. Adamlar için güzel tasarım ve estetik yaşam tarzı olmuş arkadaşlar, biz hala. :(

image

Bir diğeri benim gibi minimalist bileklik ve kolye delisi insanlar için adeta çıldırma sebebi. Lucky Culture bir Türk markası, iki tane hanımefendi beraber yürütüyorlar. İnternet siteleri için TIK, çok güzel şeyler var. Aslında daha sonra bu takılar için ayrıca fotoğraf çekeceğim ama bir saniye durup şunlara bir bakar mısınız ya:

image

Bunları görünce kalbimden vuruldum tam anlamıyla. Hemen şu karşıda bilekliğini ve kolyesinin gördüğünüz modelin adı “Tube Torus”. Anlamı ise şu, sadece bir kısmını yazayım sıkmamak için: “Torus bütün yaşam formlarını, atomları, gezegenleri, yıldızları ve galaksiler gibi kozmik yapıları sarmalar. Varoluşun temel şeklidir.” Ama. :((
Fotoğrafta gördüğünüz ama ayrıca fotoğrafını çekmediğim diğer bir şey ise Sony 50mm f:1.8 lensim oldu. Takdir edersiniz ki lensi aldığım gibi gecenin bir yarısı Kızılay’da bokeh çekmeye çalıştım (hatta bunu Periscope’ladık (@hallerlale). Bebek gibi bir şey ya, özel bir ilgi istiyor kendisi, bunu hissedebiliyorum. Fotoğrafçılarla lensleri arasındaki o özel (belki sapıkça:( )bağı hepiniz bilirsiniz...
İşte böyle.
Umarım sizler için de güzel bir bahar olmuştur. Fotoğraflar için eleştirileriniz olursa mesaj ve mail kutum her zaman açık, hiç olmadı sohbet ederiz. Yorum bırakmayı amman unutmayın,
Sevgiler!
Not: Bu gönderideki fotoğraflar Sony A6000 ve 50mm/f.1.8 ile çekilmiş olup, birçok çeşitli photoshop programıyla düzenlenmiştir.:)

LOOKBOOK: İlkbahar 2015/ Spring

15:20


image
image
image
image
image
image
image
image
image
image
image
image

Model: harvard18
Top: Mango
Pants: Mango
Shoes: Adidas Superstar
Taken with Fujifilm XE-1/35mm and Sony A7/50mm
Note: All contents by radyodepartmani, used without permission.