LİSANSIN ARDINDAN: PSİKOLOJİDEN BANA KALANLAR

11:34


Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıydı bu; hem de günler aylar bile değil, yıllardan beri...

4 senedir "bu okuldan mezun olduğum gün psikoloji okumak hakkında upuzun bir yazı yazacağım" diyordum; 4 sene göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve okul bitti ama bu yazıyı yazmak ancak mümkün olabiliyor. Aslında sadece bloga yazma kısmı kalmıştı: Son sınıfın ikinci döneminde, vizelerden hemen sonra bu yazıyı yazmayı ciddi ciddi kafama koymuş olduğum için kütüphanede geçirdiğim saatler boyunca yanımda her zaman bir not kağıdı bulundurdum. Özellikle final döneminde ders çalışmaya ara verdikçe kendime "ben bu okulda ne öğrendim" diye sorup durdum ve tüm bunları yapabileceğim en sade şekilde not aldım.

Bu yazı, size bölümün içeriği hakkında bir şey söylemeyecek. Hangi dersleri göreceğinizle alakalı değil ya da bölümü okurken neler yapmanız gerektiğiyle alakalı da değil (onları başka bir yazıda uzun uzun çekiştireceğim zaten). Bu yazı, "Psikoloji"nin öğrettikleri ile, "daha sağlıklı", "daha aktif", "daha açık" olabilmekle alakalı.

Başlamadan önce son bir şey söyleyeceğim: Bu yazıyı kendim için yazıyorum, aradan yıllar geçtikten sonra bile dönüp okuyabilmem için. Daha sağlıklı bir insan olabilme çabasının bir sonucu olarak, lisans hayatımın ardından kendime verdiğim öğütlerin bir kısmı, işte burada.

Şimdi başlayabilirim.

1. Duygularına sahip çık. Yanlış ya da doğru duygu yoktur, onlarla yüzleş. Hepsinin senin duyguların olduğunu kabul et ve barış onlarla. Duygularını anlat, ifade et. Kıskanıyorsan söyle. Kızgınsan bağır, neşeliysen güzel bir kahkaha at; yaşa bunları.

Erkekler de ağlar. Kadınlar da ağlar. Sana her zaman ne kadar sakin, ne kadar uysal biri olduğunu söyledikleri için o gün, o an, içinden geldiği halde hakkını savunmak için bağırmamazlık etme. Ne kadar anlayışlı olduğunu söyledikleri için saçma kıskançlıklarını içine atma, söyle. Bir duyguyu hissediyorsan, sadece hissetmen gerekiyordur işte: Yaşa. Başkalarının senin duygularını değiştirmesine izin verme, seviyorsan söyle. Delice mutlu olduğun zaman zıplamak istiyorsan zıpla, dans etmek istiyorsan dans et. Bir konu hakkında içinden ufacık bile olsa bir şüphe geçmişse söyle. Yakınındakiler zaten sana değer veriyorlarsa bunu geçirmeye çalışacaklardır, buna müsaade et. Duygularını söyle ama mantıklı davran: Abartma ve elinden geliyorsa uzatma. Olumlu hislerini de en az olumsuz olanlar kadar takdir et ve hepsinin farkında ol.

2. Kendinin ve çevrenin farkında ol, sorumluluklarını bil. Kendi potansiyellerini bil, neleri yapabiliyorsun nelerden hiç anlamıyorsun, incele bunları. Hangi yaşta olursa olsun kendini aramaya hiçbir zaman ara verme. İçinde bulunduğun sınırları aşmaya çalış, kendi sınırlarını aş, çevrenin sınırlarını aş. Kendi elinde olmayan, yaşadığın çevre/büyüdüğün aile/ortam gibi nedenler yüzünden ideallerini gerçekleştiremediğinde kendine hiçbir zaman yüklenme. Bunları değiştirmeye çalış, bunları gevşetmeye çalış, çok uğraş ama yapamıyorsan bırak, dünyayı sen kurmadın.

3. Savunmacı olma. Bunu yapmakta bazen ne kadar zorlandığını biliyorum ama sadece yapma işte. Neyi, neden, niçin savunuyorsun? Kendini neden bu kadar paralıyorsun anlatmak için? Kendini ya da bir başkasını, bir nesneyi, bir durumu kanıtlamak için bu kadar savunmaya gerek var mı? Bırak başkaları da haklı çıksın, susmayı bil bazen. Aynı şeyin etrafında dönüp duruyorsun bazen, ne gerek var? Kime, neyi anlatmaya çalışıyorsun bu kadar?

4. Tutarlı ilişkiler geliştir. İlişkilerin sensindir: Bir gün dünyanın en güvenilir insanıyken öteki gün ihanet etme. Gerçekten sevmiyorsan o anı kurtarmak için seviyorum deme; emin değilsen hiçbir ilişkin için belirsizliklerle konuşma. Güvenli bağlan. Sana güven vermeyen hiçbir ilişkinin içinde bulunma. Kaygılılarla hiçbir yere ilerleyemezsin. Bıraktığın zaman seneler sonra  bile aynı şekilde bulacağın ilişkilerin olsun. Biraz daha fazla para kazanmak için sana güven vermeyen iş anlaşmaları da yapma: Böyle şeylerde kazanan olamazsın.

5. Yaşantılarını çarpıtmadan algıla, kendine özgü değerlendirme süreçlerini kullan. Senin yaşadığın olayları sen değerlendir, başkalarının senin yaşantılarını değerlendirmesine müsaade etme. Başkalarının gözünden değil, kendi gözünden bak olaylara: Sana göre yanlışsa yanlıştır, sana göre doğruysa doğru. Sen uygun gördüysen uygundur, toplumsal kuralları sen de çok iyi biliyorsun, davranışlarının sorumluluğu sende olsun. Başkalarının seni yargılaması senin nasıl bir insan olduğunu ve neler hissettiğini hiçbir zaman değiştirmesin: Diğerleri seni her zaman paçalarından çekiştirecektir, sen kendi yoluna bak. Kendi kendini, kendi kriterlerine göre sen eleştir. Hiç kimse seni ve şartlarını senden daha iyi bilmiyor ve bilmeyecek de. Kendine hesap ver sadece, buna sadece senin hakkın var.

6. Benlik saygını koru. Ne olursa olsun. Seni bütün gelişimsel ve yaşamsal krizlerden kurtaracak olan şey yine sensin. En yakınındaki insan bile sana meydan okuduğu zaman sadece kendin kalacaksın. Benliğini koru. Kim olduğuna, güçlü bir insan olduğun gerçeğine, kimseye bağlı ve bağımlı olmadığın gerçeğine, herkesten farklı kendine özgü bir insan olduğun gerçeğine yapışıp kal hayatın boyunca. Derslerde benlik saygısını yitirmiş şiddet mağduru kadınların nasıl bir psikolojileri olduğunu öğrenirken neler hissettiğini düşün. Kimseye bakma, kimseyi umursama, yapmak istemediğin zamanlarda bile bazı şeyleri sırf benlik saygını korumak için yap. Kim olduğunu asla çiğneme ve çiğnetme. Var olmak bazen sadece benlik saygının sana yapmanı müsaade ettiği şeyleri yapabilme gücü bulmaktır, bunu asla kaybetme. Biliyorsun ki var oluş aslında yalnız olmak demektir, yanında her kim olursa olsun hayata karşı baş etmen gerekenlerle tek başına mücadele edeceksin. Kendini koru bu yüzden. Başta da dediğim gibi. Ne olursa olsun. Koru.

Bunun için her zaman bir şeyler yap, hep bir uğraşın olsun. Her şey bittiği zaman bile yapmaya devam edebileceğin alternatif kaçış noktaları bul kendine. Bütün krizlere karşı aslında tek başına mücadele ettiğini unutma. En yakınındaki insanlar sana destek olurlar ama sen, sadece sen aşabilirsin bunları.

7. Seni özgürleştiren insanlarla birlikte ol. Ve insanlar senin yanında özgürleşsin. Egolarının kölesi olmuş insanları bırak; rahat, savunmacı olmayan insanları al yanına. Sana onlarla birlikte olduğun zaman yeni bir şeyler öğreten insanlarla birlikte ol ve sen de öğret. Kendine saklama, okuyup okuyup mezara götürme bildiklerini. Hayatı doyasıya zevk alarak yaşayan insanları seç kendine arkadaş olarak ve sen de insanların yanında rahat ettiği bir insan ol. Uğraş buna, sevdiğin kadar sevilirsin, unutma.

8. İçinde bulunduğun dünyadan mutlu değilsen, önce kendi davranışlarını değiştir. Kendin için yararlı olmayan davranışlarını değiştir, kendi hareketlerinin kölesi olma hiçbir zaman. Her zaman davrandığın gibi davranmak uğruna mutsuzluğunu sürdürme. Öyle alışmış olduğun için devam ettirme, alışkanlıkların seni iyiye götürmüyorsa terk et. Memnun değilsen, kendin için istediğin şey bu değilse, yok et gitsin. Eğer o insan seni daha iyi bir insan yapmıyorsa, alıştığın için sürdürme bunları. Kimseden bekleme, sen yap. Sen fark etmişken karşı tarafın fark etmesini bekleme, fark ettir. Değişimden korkma, değişim fırsattır bazen.

9. Risk al, yeni şeyler denemeye açık ol. Zorlanıyor, içinde bulunduğun şartları düşündükçe bu maddeyi hiç göze alamıyorsun ama risk al, risk almaya çalış. Bazen bir pizzacıda hamur açmanın bir plazada topuklu ayakkabı içinde kıvranmaktan daha büyük bir yaşam tatmini verebileceğini hiçbir zaman unutma. Çevresel koşulları onları desteklediği için değil, risk aldıkları için bir yerlere gelebilmiş insanları örnek al kendine. İçinde bulunduğun şartlar nasıl bir risk gerektiriyorsa, onu yap. Farklılıklardan korkma, her şeyi dene, kendin seç.

10. Çok sev ve bir iyilik bulma gücün olsun olanlarda. Her zaman ama her zaman bir dalın olabileceğini hiçbir zaman unutma ve sev hayatı. En güzel sen sev, en doya doya sen yaşa.

Daha yazacak çok şey vardı ama bilirsiniz, en akılda kalanlar...

COFFEE TALK #6: KAYGILARIM VE BAZI DİĞER ÖNEMSİZ MESELELER ÜZERİNE

13:13


Son zamanlarda sıklıkla aklıma üşüştüğü ve bir noktadan sonra soran insanlara anlatırken bile bunalmaya başladığım için en sonunda yine kürkçü dükkanıma geri döndüm ve neden bloga yazmıyorum ki bunları dedim. Neden-biraz-daha-canını-sıkmayayım-ki-insanların.

Bu yazıyı neden okuyasınız bilmiyorum; hoş, biz bu dili konuşan bu canım ülkenin genç insanları olarak neler okumadık ki... Zaten ben de bildiğimi sandığım çoğu şeyi bilemiyorum artık. Yazının en başından dramatik bir giriş olabilir ama bazen, olduğumu sandığım kişi gibi davranmaya çalışıyorum: İşte "gerçek ben olsam, şöyle yapardım". Gerçek ben kimdir, ondan da emin değilim çünkü gerçek ben şimdiye kadar böyle bir şeyle kesinlikle karşılaşmadığı için nasıl davranması gerektiğini bilmiyor ve her zamanki savunma mekanizmalarını kullanmaya çalışıyor. Pof, çoğu savunma yetersiz. İnkar edemezsin, yok sayamazsın, akla mantığa bürüsen ne fayda...

Mızmızlanmayı bırakıp daha büyük bir mızmızlanma için asıl konuya geçiyorum o halde: Arkadaşlar ben ne olacağım?

Cidden. Oturup bir saniye bu konuyu konuşabilir miyiz?

Gelecek kaygısı bende şu şekilde tezahür ediyor: Ya ayrı bir insan olamazsam, ya farklı bir şeyler yapamazsam? Ölüp gittiğim zaman arkamda hiçbir şey bırakamamış olursam, adım bile kalmazsa ortada? Kendimi ifade edemediğim bir yerde çalışırsam, sıkışıp kalırsam bir yerlerde? Bir jungle'ın içerisine düşüp sırf maddi imkanları yüzünden çekip kurtaramazsam kendimi? Gerçekten ama gerçekten, bir şey üretemezsem? Kimseye bir yardımım dokunamazsa, okuduklarımı hiç kullanamadan unutursam sırayla? Ya, öylesine girdiğim ve sonra zaten ayrılırım dediğim bir yerden çıkamazsam? Ya da sadece, öylece kalakalırsam ortada?

Bütün yaşıtlarımın bu endişelerle alakalı içten içe beni onayladığını hissediyor gibiyim ama aklımın bir köşesinde sürekli olarak "hayatının en güzel yaşlarının en güzel zamanları hızla geçiyor, daha iyi geçmesi için bir şeyler yapmalısın" çanları çalıyor. Susturamıyorum, sürekli bir kayıp zaman ve bir kere gelinen hayatta öylece yaşıyor olma hissi, mümkün değil peşimi bırakmıyor.

Böyle böyle ikilemler arasında belirsizlikler sürerken, takdir edersiniz ki hiçbir şey yapamıyorum. Bu yapamama, beni rahatsız ediyor. Kendimi zorlayıp yapmaya başlasam, zevk alamıyorum, dolayısıyla (şaşırtıcı olmayacak bir şekilde) bu da beni rahatsız ediyor. Zevk alamadığım için soğumak ve uzaklaşmaktan korkup bırakıyorum. İşte size bir kısırdöngü, elde var sıfır. Koskocaman bir sıfır koymak istiyorum buraya. Bakın, 0. Bu sıfır, benden hiçbir zevk alamadan sırf bitirmek için bitirmeye çalıştığım kitaplara gelsin. Hayatım boyunca "durma, sürekli bir şeyler yap" diye kendi kendime acayip motivasyonlar verebildiğim halde bir süredir sadece akşam olsun da camları kapıları açıp şu sessizlikte öylece boş boş oturayım diye bekliyorum.

Ama bir yandan da alışık olduğum bildiğim yöntemlerin işe yaramadığını da görebiliyorum. Ne yapabilirim, şimdiye kadar yaptıklarım beni buraya atabildi en fazla ama şimdi hayalini kurduğum her şey için risk almalıyım önce. Komik, neyin riskini nasıl alacağım onu bile bilmiyorum. Arkadaşlar bize ne zaman ne için risk alınabileceğini hiç kimsenin öğretmediğini fark ettiniz mi, daha doğrusu çevrenizde gerçekçi riskler alan kaç insanla tanıştınız hayallerine ulaşmak için?

Sonrası ise, sonrasını zaten hiç sormayın.

*

ps. Bu fotoğraf Kronotrop'ta çok keyifli bir yaz günü çekildi ve ağır bir analog görüntüsüne kavuştuktan sonra böyle kötü amaçlar için kullanılmaya karar verildi...

LILY PAD, 30 ml.

08:32


İnsanın her konu hakkında anlatacak bir şeyi mutlaka oluyor ya, benim bugün kısaca anlatacağım şey de aslında blogda sadece biraz sohbet etmek için.

Geçtiğimiz günlerde Ankamall'de dolaşırken şu anda kullandığım parfümün (Applejuice: Sıktığınız ilk anda burnunuza yeşil elma yaprağı kokusu gelen ve elma notalarıyla devam eden hoş bir ferahlığı olan tam bir yaz parfümü) çantama koyabileceğim kadar küçük versiyonu var mı diye bakmak için Zara'ya uğradım (Zara'nın benim için marka temsili de şu şekilde: Güzel parfümler ve kumaş pantolonlar; Mango çakması gömlekler). Parfüm beğenmenin mevsimle olduğu gibi ruh hali ile de yakından alakalı olduğunu düşündüğüm için (ve o gün tatlı bir insanla buluşacağım için çok mutlu olduğumdan) Lily pad'i ilk sıktığım zaman çok hoşuma gitmesine rağmen biraz daha dolaşıp tekrar gelmeye karar verdim. Önce mandalinalı meyveli kokarken yavaş yavaş kendini irish creamli latte gibi kokmaya bıraktı. Sandalağacı kokusunu normalde çok ağır bulmama rağmen en alt notalarındaki vanilya özüyle bu ikiliye adeta bayıldım. Ne çok kalıcı ne çok uçucu, her bir notasında bambaşka bir özüt bulunup hiçbirinden sıkılmanıza izin vermeyen bu parfümü çok sevdim. Büyük boyu olsa onu da alacaktım ancak şimdilik bu ufaklık çantada taşımak için de gayet uygun. Tam bir yaz parfümü değil ama kesinlikle şöyle bir sıktığınızda sizi iyi hissettiren bir parfüm. Koku duyarlılığı yüksek olan bir insan olarak benim testimden de tam puanla geçti: Zaten hafif hafif vanilyalı kahve gibi kokarken böyle şeyleri fark edemeyecek kadar mutlu oluyorsunuz.

Bir parfümü bu kadar anlatmış olmam da garip oldu; ama bu blogun okuyucusu anlayışla karşılayacaktır muhtemelen...

GİTTİM VE GÖRDÜM: KOALA COFFEE SHOP

14:38


Upuzun bir aradan sonra tekrar bloga dönmeyi istiyordum ama nasıl olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Dile kolay, neredeyse iki ay olmuş. Bu sürede sınavlarım, tez teslimim ve sonra tekrar sınavlarım (bütünlemesiz geçeceğimi düşünmemiştiniz umarım?) vardı, bunların her bir bölümü anlatmaya değebilecek türden olaylardan oluşmaktaydı hem de. Çocuk sabırsızlığıyla dünyanın en alakasız postuna en alakasız cümlesini yazayım da dilimin altındaki bakla çıksın artık: Okulu bitirdim. Bildiğiniz "bitmez bu, bitmeeez" diye etrafta dolaşıp durduğum lisans hayatım efsanevi bir bıkkınlıkla bitti. Ama bu çok başka bir yazının, hatta yazıların konusu.

Şimdi gelelim size biraz daha mazeret uydurmaya.

Birkaç gündür fotoğraf düzenliyorum bilgisayarda, hatta blog taslaklarına da kaydediyorum ama yazı yazmayı unutmuşum. Yok, ciddiyim. Bu blogu neden tutuyorum, nasıl yazıyor, neler yazıyordum hepten silinmiş gitmiş. Ben de bir yerden başlamak gerek diye düşünüp (bu durumun biriktirdiğim The Big Bang Theory bölümlerinin sonuna yaklaşmış olmamla alakalı olduğunu düşünmüyordunuz herhalde) en iyi bildiğim şeyi yazayım dedim. İşte size nurtopu gibi bir Gittim ve Gördüm yazısı, tam olarak bu şekilde doğdu.

Bu seferki yerimizin adı: Koala Coffee Shop. Tunalı'daki Bülten Sokak'ta (ki bu sokağın son bir senede bu kadar değişmiş olmasına hayret ediyorum, her kapının her camın ardında kahveci açılıyor sanırım) ikamet ediyorlar. Bilirsiniz, üçüncü dalga kahveciler, Chemex'ler, cold brew'ler, filtre kahveler ve son zamanlarda en favori içeceğim (adeta yeniden keşfettiğim ve bu kadar şekerli olup çok sağlıksız olmasıyla bilhassa gönlümü çalmış olan -hihihi-) irish cream aromalı iced latte'ler...

Direkt fotoğraf çekme amacıyla gitmediğim için elimde çok fazla fotoğraf yok ama zaten bu ikisi yeterince özetliyor gibi. Geri kalan kısmı size ben anlatabilirim: Üçüncü dalga kahvecilerine has cam kenarı, yüksek tabureli masalar; birkaç tane iç masa, birkaç tane bahçe masası; küçük -mütemadiyen iki raflı- kitaplık, karmakarışık kahve gereçleri, tebeşirle kahve isimlerinin yazılı olduğu kara tahta... Ahh, en sevdiğim şeyler: Tavandan aşağıya kadar uzanan aydınlatmalar.


Bildiğimiz şeyler dışında iki şey çok hoşuma gitti: Birincisi, kitaplıkta duran Yüzüklerin Efendisi kitapları ve kitaplıktan aşağıya doğru asılan kasnaktaki Tolkien amblemli işleme. İkincisi de tamamen tesadüf eseri keşfettiğimiz -aslında benim keşfettiğim bir şey değildi bu ama lafın gelişi öyle oldu-, kahve fişinde işletme adı olarak "Baggins" isminin yazması. Şu yaşıma gelmiş olduğum halde hala Hobbit göndermeli şeylerle gönlümün bu kadar çabuk kazanılıyor olması beni korkutuyor.

İki gün peşpeşe aynı içecekleri içince buranın kahvelerini -tamamen alakasız olarak- Starbucks'ınki ile karşılaştırma şansımız oldu. İşte sonuçlar:

1. Cold brew: Koala önde.
2. Irish creamli iced latte: İkisi de çok şekerli, fazlasıyla soğuk ve çok sağlıksız, yani ikisi de muhteşem (bu yazıyı sırf bu cümle için yazmış bile olabilirim).

Tüm bu güzelliklerine rağmen, hatta cam kenarındaki ahşap masaya gelen ışığın nefisliğine rağmen, hiç sevmediğim bir şey vardı burada: Müziğin türü ve ses seviyesinin yüksekliği. Müziğin türü ama tek bir tür olduğu sanılmasın, jazz ile başlamışken elektroniğe kayıyor; zaten ses yüksek... Tam bir "hadi hemen kalkın" hissiyatı yaşıyorum ben böyle olduğu zaman. Neden indie folk, akustik, böyle mellow şeyler çalmazlar hiç anlamıyorum. Şöyle güzel bir Gregory Alan Isakov mesela, William Fitzsimmons...


Burada yazının sonuna geldik, "nasıl yazılır unuttum" deyip bir türlü susamamak da ancak benim yapabileceğim bir şey olurdu.

Koala Coffee Shop'ın internet sitesi şurada, TIK.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşçakalın!