TEK YÖN, AKTARMASIZ

07:00

 
Sıcak ülkeler, soğuk ülkeler...

Bu aralar biraz yolumu şaşırmış gibi olduğum için beni alıp yerime koyacak bir şeyler aramaktansa direkt kaçma planları yapıyorum. Yapıyoruz.

Her öğle arası. Yeni bir ülke. Yeni bir rota. Sri Lanka. Çay tarlaları. Viyana. Budapeşte. Belgrad. Vizesiz. Kimlikle girilebilir mi? Schengen olsa? Romanya mı? Sigorta yaptırmak gerekir mi? Mevsim? Şu an soğuk. Ama ucuz. Soğuk ama ucuz! Sence? Sabiha Gökçen'de bir gece sabahlamak gerekir. Uyunur. Aktarmasız uçaklar, rotalar, kalacak yerler... Airbnb, hostel? İlk defa çıkarken biraz masraflı olur. Kaç yıllık pasaport? 10 mu? 10! Ne kadar harcarız? Öğrenci usulü takılırız.

+"Öğrenci miyiz hala?"
-"Öğrenciyiz!"
 +"Saat 13.30 oluyor, hadi aşağıya inelim artık."

Sanırım iş hayatının insanda şöyle bir etkisi oluyor: Neden duruyorum hissi. "Neden, hala, burada, duruyorum?"

Gitsem ya!

Sıcak ülkeler, soğuk ülkeler...

Biz Aralık ayında gün henüz açmadan evlerimizden çıkıp yollara düşmüştük; Ankara'nın soğuğunda ellerimizi ovuşturup ısınmaya çalışırken sizin caddelerinizde yürüyeceğimiz zamanları hayal ediyorduk.

"Wallet diye bir program varmış, en çok neye harcama yaptığını gösteriyor..."
"Her ay en fazla ne kadar kenara koyabiliriz sence?"
"Mesaileri biriktiririz, sonra biraz da ücretsiz izin alırız."

Biz bu patlayan bombalar patlamadan önce yakalanan bombalar şehit haberleri şehit haberleri şehit haberleri ölen canlar yakılan canlar ve ihbarlar arasında güvenli bir şehrin sokaklarında boynumuza fotoğraf makinemizi asmış bir halde acele etmeksizin gezeceğimiz zamanları düşlüyorduk.

GİTTİM VE GÖRDÜM: FİKA

11:16


İşte yine yapacağımı yaptım: Aylarca ortadan kaybolduktan sonra "hop" diye bir anda ortaya çıkıvermek benim işim. Her zaman olduğu gibi, yine bir "Gittim ve Gördüm" yazısı ile.

Bugünkü yerimizin adı Fika. Uzunca bir süredir gitmek isteyip vakitsizlikten ancak yolumuzun düştüğü, Ankara'nın en çiçeği burnunda kahvecilerinden biri. Tam olarak J.F. Kennedy Caddesinde bulunuyor. Yanlış anlamadıysam Kennedy ile Büklüm Sokak'ın kesiştiği yerde, dışarıdan çok fazla dikkat çekmeyen, girişin hafif altında kalan bir yer.

Bir süredir blog yazısı yazmamaktan olsa gerek, ne denir nasıl denir hepten unutmuşum. Tekrar acemi adımlar atmaya başlayarak buranın neden bu kadar ilgimizi çektiğini anlatmaya çalışayım size.

Fika, İsveç'te kahve molalarına verilen isim. "İsveççe'de hem isim hem de fiil olarak kullanılabilen ve temel anlamı 'kahve içmek' olan bir konsept". Bilhassa işteyken öğleden sonra kısa bir mola verip arkadaşlarınızla sohbet ederken kahve-çörek atıştırması yapmaya deniyor.

Ankara'da bir Kuzey esintisi bulduk, hemen gitmeliyiz diyeli haftalar geçmiş olsa da, nihayet cumartesi günü Coffee Carnaval'a gitmeye niyetlenip yer bulamayınca Tunalı trafiğini de göze alarak yollara düştük. Alternatif bir Coffee Carnaval oluşturup, (sonrasında tabii ki gerçekleşemeyen) gidebileceğimiz kadar farklı yere gitme iddiamız vardı. Biz de başlangıç için burayı seçmiştik.

Dekorasyona ayrıntılı olarak geçmeden önce, ne yeyip ne içtiğimizi söylesem daha iyi olur.

İçeride seçebileceğimiz birkaç farklı ithal, birkaç farklı da yerli kahve vardı. Biz Big Mr. Sunshine adındaki bu içimi çok yumuşak ve keyifli olan kahveyi aldık, Chemex demlemesi istedik (ve tabii her zamanki Chemex pişmanlığını yaşamak yine farz olmuştu: Çook lezzetli olmasına rağmen biz içene kadar soğudu gitti). Yanına da Brownie istedik.

İnsan arada bir böyle Brownieler yemeli.


Bir süredir yazmayınca çoktan ölüp gittiğini sanmıştım ama içimdeki dekorasyon canavarı her zaman oralardaymış. Nitekim kapıdan girdiğim gibi gördüğüm iki Lightbox da çok hoşuma gitti (üstteki ve alttaki fotoğrafta ikisi de var). Ama kafede genel olarak bir İskandinav esintisi almakta biraz zorlandım desem kızmazsınız diye umuyorum. Neden, çünkü minimalist ve net çizgiler, geometrik desenler beklerken bar kısmının karışıklığı; terek diyebileceğim dolabın dağınık görüntüsü ve ahşap seçimi beni biraz şaşırttı. Tek bir konsept beklerken iç içe geçmiş farklı tarzlar gördüğümü sandım.

Bir diğer nokta, kış günü gittiğimiz için fazlasıyla dikkatimizi çeken kafe sıcaklığıydı. Tam anlamıyla ısınamadık. 

Aydınlatmalar da güzeldi ama benim en çok beğendiğim şeylerden biri, kartvizitlerin çok özenli ve güzel tasarlanmış olmasaydı. İnternet sitesinden de görülebileceği gibi, bu konuya epey önem verdikleri hemen anlaşılıyor. Üçüncü dalga kahvecilerin şehre hızla yayıldığı bugünlerde, kahve ile beraber farklı bir kültür de kazandırmaya çalışan insanlara teşekkür ediyorum her zaman. 

Yine de ne şekilde olursa olsun, kahvelerin pahalılaşmasına karşıyım (çalışan insanlar için bile olsa, bir kişilik chemex demlemesi 10 lira olmamalı. Filtresi için deseniz, 100'lü filtre en son 50 liraya satılıyordu). Bu aynı zamanda bambaşka bir yazının konusu...



Sona doğru gelirken...

Karmakarışık yazmış olsam da yeniden burada olmak çok güzel bir duygu. Uzun bir zaman sonra evime dönmüş gibiyim: Çantamda ise yeni fikirler var. Bu yazının fotoğraflarından memnun değilim, kış güneşinin güvenilmezliği sebebiyle an be an farklı beyaz dengesi ayarı kullanmak gerekmiş. Ama değişime başlamak için iyi bir yol diye düşündüm. Doğrusu şu: Genel olarak blogdaki görsel konsepti tamamen değiştirmek istiyorum. Bunun için Photoshop'un karanlık ve rutubetli derinliklerinde uzun, çok uzun zamanlar geçirmem lazım ve bu da ne zaman olur bilemiyorum. 

Yine de işte; gittim, gördüm ve her şeyi anlatmak için geri döndüm.