GİTTİM VE GÖRDÜM: RUMİSU

07:34


Şubat ayında İstanbul’da çok sevdiğim bir yeri ziyaret ettim: Rumisu.

Çeşitli aksilikler peşi sıra geldi, en nihayetinde bu gezinin yazısını yazmak bugüne kaldı. Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra çoğu ayrıntıyı unutmuşumdur diye kendi kendime hayıflanırken bir anda o gün oradaki sohbetimizin ses kaydını aldığımı hatırladım (arada bir temkinlilik yapmasam hayatı kendime zor edeceğim gerçekten). Yüzlerce fotoğrafı tekrar gözden geçirdim, düzenlemelerini yaptım, en sonunda ne kadar uzun bir yazı olacağını fark edip bir yerden başlamam gerektiğine kanaat getirdim. 

Çok hevesli, çok da heyecanlı bir şekilde nihayet, başlıyorum.


Rumisu, İstanbul’da doğup İstanbul’un ilham verici topraklarında gelişen küçük bir atölye (ya da butik tasarım markası). Pınar ve Deniz Yeğin kardeşler kendilerine has çizimleri ve göz alıcı renkleriyle, bakmaya doyamayacağınız şallar, fularlar ve sweatshirtler tasarlıyor (ve yaptıkları çeşitli işbirlikleriyle bu ürün çeşitliliğini arttırıyorlar). Rumisu’yu bu kadar özel yapan şey, baktığınız zaman her anlamda “güzel” olan şeyler üretmeleri: Çizimleri, renkleri ve kumaş seçimleri, birbirlerini olabilecek en dikkat çekici şekilde tamamlıyor.


Rumisu, (isminin oluşma şekliyle: Rumi ve Su. Rumi sevgileriyle Su isminin birleşmesinden oluşan, su gibi akıp giden, kulağa hoş gelen bir sözcük) başta da isimlerini söylediğim iki kız kardeşin ortak bir girişimi: Deniz Yeğin ve Pınar Yeğin. Deniz, küçük olan (üstteki fotoğraf). New York’ta 6 sene kadar yaşamış ve Pratt Institute’de moda tasarım okumuş. Ardından İtalya’da master yapmış ve geri dönüp Beymen’de çalışmaya başlamış. Beymen’de sevdiği işi yapamadığını fark ettikten sonra Rumisu, onun bir sonraki kapısı olmuş. Ablası Pınar ise Harvard’da ekonomi ve Wharton Business School’da finans okumuş, bir süre çalıştıktan sonra ailenin işlerinin bir kısmını yürütmek üzere İstanbul’a geri dönmüş. Bir süre sonra Rumisu’nun diğer desteği, içindeki tasarım yeteneğine ve hevesine dur diyemeyen abladan gelecekti.


Her zaman kendime ait bir girişimim olmasını istediğim ve bu süreçte alınabilecek risklere karşı bilgi sahibi olmak istediğim için Rumisu ekibine ilk sorum, “Şu an bulunduğunuz noktaya gelmek için ne gibi riskler aldınız?” sorusu oldu.


Başından beri amaçları, dijital ortamdaki çizimlerini aktarabilecekleri bir objenin olmasıymış. İşin en çok tasarım yönünü sevmişler. Ortaya çıkma amaçları da yine sadece tasarım etrafında dönüyor: Tasarımların elle tutulur olmasını sağlamak. Çizimlerini aktarabilecekleri her şeyi düşünmüşler ama ilk tercihleri, özellikle ipek üzerinde renklerin çok güzel görünmesinden kaynaklı olarak fular ve şallar olmuş. Sadece giyim üzerine moda tasarım yapmayı da düşünmüşler ama Deniz’in Beymen’deki tecrübelerinden yola çıkarak böyle bir şeye girdiklerinde işin içine tasarımdan çok daha farklı etkenler gireceğini bildikleri için vazgeçmişler. İlk üretimleri, çok sınırlı sayıda olmuş (tam sayıyı bilemiyorum ama 5 diye hatırlayasım var). Ne kadar satabileceklerini, ne kadar ilgi görebileceklerini kestirmek için en başta hep küçük küçük adımlar atmışlar.

"Bu açıdan bakınca, aslında biz hiç risk almadık, her şeyi sırasıyla yaptık" diyor Deniz.

Ardından ülke dışında birkaç fuara katılmışlar ve aslında ilk talepler yurtdışından gelmiş. Yavaş yavaş, fuar fuar daha tanınır daha aranır olmuşlar. Gitgide biraz daha fazla sayıda talep almışlar ama tasarımdan kalite kontrole kadar üretim dışındaki tüm süreçleri hep kendileri yürütmüşler.  Bu durum kendilerinin ne kadar titiz ve mükemmeliyetçi olduklarını görmek açısından faydalı olabilir. Verilen tüm siparişleri, kelimenin tam anlamıyla dikiş dikiş, renk renk kontrol ediyorlar.


Her zaman en çok karşılaştıkları sorun, tasarımlarını istedikleri şekilde üretebilecek bir yer bulamamak olmuş. Büyük şal/fular/eşarp markalarının üreticileri, yeni doğma sürecinde olan böyle bir markanın az sayıdaki üretim talebine karşılık vermek istememiş. Uzun arayışlar sonucunda bir yerle anlaşılmış ama genel olarak her üretim sürecinde benzer bir sorun yaşadıklarını söylüyorlar. Tasarımlarını istedikleri kalitede istedikleri kumaşlara basabilecek olan üreticiler onlarla küçük adetler için çalışmak istemiyorlar, küçük üreticilerde de kalite düşüşü yaşanıyor. İkili bu konuda aynı fikirde: Bir eşyanın üretim sürecinde kendi üstünüze düşenleri en iyi yaptıktan sonra çıkabilecek kritik hataların başkalarından kaynaklı olması ve bunu kontrol edememe can sıkıcı bir durum. Gerekli makineleri alıp kendi üretiminizi yapamaz mıydınız diye sorunca, bunu da çok düşünüp çok istediklerini, ancak çok maliyetli olacağını söylüyorlar. Küçük bir işletme için altından kalkılamayacak bir yatırım. Neticede üreticiler, çok büyük seri üretimler yapan firmalara oranla küçük birer işletme oldukları ve daha az kâr edebildikleri için bu tarz butik ve tasarım atölyelerinin işlerini istedikleri gibi geciktirme/erteleme güveni de buluyorlar kendilerinde.


Rumisu, esasında bir tasarım markası ve ilhamlarını kelimenin tam anlamıyla her şeyden alıyorlar. İlk zamanlarda fularların kenarlarında Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşayan kadınların yaptıkları el emeği oyaları bile kullanmışlar. En dikkate değer taraflarından biri de hiç şüphesiz, renk seçimleri. Gördüğünüz zaman enerjisini direkt yansıtabileceğiniz renkler kullanıyorlar. Kültürün renk seçimleri ve beğenileri üzerindeki etkisi yadsınamaz ama Rumisu renklerini dünyanın tamamından alıyor. Bir renk, hiçbir zaman sadece bir renk olduğu için seçilmiyor. Bunu hissedebiliyorsunuz.

Bir fuların tasarımını tamamlama süreçleri, ikilinin kendilerine ait ayrı tasarımlar yapması, sonra bunları birleştirmeleri ve beraber renklendirmelerini kapsıyor. Birinizin yapıp diğerinin hiç beğenmediği bir tasarım oldu mu diyorum, gülüşüp yok diyorlar. Muhtemelen kız kardeşinizle iş yapmanın en güzel yanlarından birisi bu: Bazen konuşmaya bile ihtiyaç duymadan diğerinin ne istediğini anlamak ve neyi beğeneceğini zaten bilmek.




Çocukluk, iki kardeşin de beslendikleri en temel kaynaklardan biri. İkisinin de hayalinde hep bir çocuk kitabı tasarımı yapmak varmış. Bir cinsiyete ya da bir gruba değil, kendilerine dönükler tamamen.

Anlatacak, bahsedecek çok fazla şey var ama sizlere Rumisu'nun atölyesinden birkaç fotoğraf göstermek istiyorum. O sırada biraz dinlenip, soluklanırsınız.


Burada uzun süre vakit geçirip dilediğimce ortalığı karıştırmama rağmen (ev sahibelerimiz bu konuda çook misafirperver ve inanılmaz anlayışlıydı) şimdi fotoğraflara bakarken birkaç gün daha içeride durup, her şeyi tek tek inceleyerek hikayelerini duymak istediğimi fark ediyorum.


Şimdilik benim söyleyeceklerim bu kadar. 

Rumisu'nun tüm tasarımlarına detaylı olarak bakmak isterseniz (ki benim en favorim olan "Man & Technology" serisine mutlaka bakmalısınız), internet siteleri burada, TIK. 
Biraz daha  yakından baksam daha güzel olur derseniz de, TIK.  (Kendilerine benden selam söylemeyi unutmayın. :)

Bir sonraki Gittim ve Gördüm'de görüşmek üzere, hoşçakalın!



Meraklısı için dipnot: Bu yazıdaki fotoğraflarda Sony A6000, 50mm f.1.4 ve 16-55mm birlikte kullanıldı. Son zamanlarda blogda daha çok "dergi" görüntüsünü seviyorum, siz ne düşünüyorsunuz, lütfen yazın. Başka şeyleri de yazın. Hep yazın. :) 

Sevgiler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder